Ahmedi:

Literatur:
Die ersten und wichtigsten mündlichen Werke der Türken sind Sagen. Zu nennen sind hier zuerst die ‘Alp Er Tunga’-Sage, die die Niederlage der iranischen Armeen durch Alp Er Tunga, des Herrschers von Saka, der vermutlich im 7. Jahrhundert lebte, beschreibt, ferner die ‘Bozkurt’-Sage der Gök-Türken, wonach diese von einer Wölfin abstammen, und die Ergenekon-Sage, nach der die Gök-Türken einen Berg aus Eisen geschmolzen haben und aus ‘Ergenekon’ herausgekommen sind. Die ersten bekannten schriftlichen literarischen Werke der Türken dagegen sind die Orhun-Schriften aus dem 6. und 7. Jahrhundert, die im Göktürk-Alphabet geschrieben sind. Die in Türkisch geschriebenen Teile der Inschriften wurden in mehrere Sprachen über-setzt. Die wichtigsten Inschriften sind die im Namen von Tonyukuk, Kül Tigin und Bilge Kağan geschriebenen Inschriften. Die Inschriften zeigen, dass die Türken schon im 6. und 7. Jahrhundert über eine entwickelte Schrift-sprache und eine vielfältige Erzählkunst verfügten.
Die Annahme des Islam und die türkische Litera-tur. Das erste Werk der türkischen Literatur, ‘Kutadgu Bilig’ (11. Jahrhundert), wurde schlicht in reinem Türkisch geschrieben. In dem von Yusuf Has Hacib verfassten Buch wird über Themen wie Religion, Staat, Politik und Erziehung berichtet und Ratschläge erteilt. Ein weiteres wichtiges Werk der türkischen Literatur unter islamischen Einfluss ist das Wörterbuch für türkische Sprachen ‘Divânü Lugati’t Türk’ von Mahmut aus Kaşgar. Beide Werke sind in Hakaniye-Türkisch, einem südwestlichen Zweig der Türksprachen, geschrieben worden.
Ab dem 11. Jahrhundert haben sich im Südwest-Dialekt der Oghusen und Turkmenenstämme Änderungen ereignet, die die Literatur direkt beeinflussten. Unter den Stämmen, die sich im westlichen Teil Irans und in Aserbeidschan nie-derliessen, bildete sich das Aserbeidschanisch-Türkische, und unter denjenigen, die sich in Anatolien niederliessen, das Türkei-Türkische heraus.
Die Diwanliteratur. Die Diwan-Literatur ist eher eine Übertragung aus der arabischen und persischen Kunst. Sie war unter dem Volk nicht verbreitet und blieb die Literatur des Palastes. Die Sprache der Diwanliteratur war
eine Mischung aus Türkisch, Arabisch und Persisch, die man später als Osmanisch bezeichnete.
Dehhani, Kadı Burhaneddin, Nesimi und Ahmedi sind die ersten Meister der Diwan-Dichtung im 14. Jahrhundert. Mit dem 15. Jahrhundert wurden alle Eigenschaften der persi-schen Dichtung auf die türkische Diwan-Dichtung übertragen. Berühmte Dichter der damaligen Periode waren auf dem Gebiet der weltlichen Dichtung Şeyhi, Ahmet Paşa und Necati, und bei der religiösen Dichtung Süleyman Çelebi, der das Werk ‘Mevlit’ verfasste.
Viele Künstler, die zuvor in Mittelanatolien, im Balkan und im Nahen und Mittleren Osten lebten, zogen im 16. Jahr-hundert nach İstanbul. Diese Atmosphäre führte dazu, dass mehrere erfolgreiche und meisterhafte Literaten aufwuch-sen, aber auch dazu, dass sich Türkisch in eine schwer zu verstehende osmanische Sprache mit ihren vielen Wörtern fremden Ursprungs veränderte. Hervortretende Poeten der türkischen Diwan-Dichtung der damaligen Periode waren Fuzuli, der bekannteste und einflussreichste Dichter der Diwan-Dichtung, sowie Baki, Zati und Bağdatlı Ruhi mit ihrem fliessenden Stil.
Im 18. Jahrhundert war die Diwan-Dichtung mit dem Namen von Nedim verbunden. In dieser Periode gab es einen Trend zum Einheimischen. Die Volksdichtung beeinflusste die Diwan-Dichtung, die Sprache wurde zum Teil schlichter, und
in den Gedichten wurden ein-heimische Themen behandelt. Mit Nedim ersetzte man das Konzept vom ‘prachtvollen Ge-dicht’ durch das Verständnisvon einem ‘feinfühligen und ge-fühlsvollen Gedicht’.
Der von Nedim eingeleitete Weg wurde am Ende des Jahrhun-derts von Şeyh Galip fortge-setzt. Die Mehrheit der Autoren der Diwan-Literatur, die Prosa schrieben, verwendeten in ihren Werken für das Volk einen einfachen Sprachstil, schrieben aber für die Intellektuellen eine
|
|
|
|
Ahmedi:

1300’lü yılların ortalarında doğmuştur, ölüm tarihi 1413’tür. germiyanlı olduğu rivayet olunur. germiyanlılarla, karamanlılar arasındaki husumet neticesinde germiyan memleketi bana dar geldi diyerek, osmanlı ülkesine gitmiş, yıldırımın evladından süleyman çelebi’ye intisab etmiştir.
süleyman çelebi’nin ölümünün ardından güzel bir mersiye yazmıştır, fakat geleceğini pek parlak görmediği için olsa gerek, bu sefer mehmed çelebi hakkında medhiyeler düzmüştür. öldüğü esnada, mehmed çelebi tarafından kendisine tevdi edilmiş olan divan katipliği vazifesi ile iştigal etmekte olduğu rivayet olunur.
eserlerine bakmak icab ederse, onu alemde meşhur eden eseri iskendername’dir.
makedonyalı iskender’in hayatının anlatıldığı bu manzum eser, germiyan beyi süleyman bey için hazırlanmıştır, fakat kendisine takdiminden önce süleyman bey’in dar-ı bekaya irtihali bu duruma mani olmuş, eser de bir başka süleyman’a, süleyman çelebi’ye nasip olmuştur.
bu esnada ahmedi, büyük bir siyaset örneği göstererek, esere osmanlı tarihi ile ilgili bahisler de ilave etmiş, süleyman çelebi’nin takdirini kazanmıştır. böylece eser, osmanlı tarihini konu alan en eski osmanlı eseri olarak tarihe geçmiştir.
bu yüzdendir ki, eseri, özellikle kuruluş tartışmaları ile uğraşan arkadaşlar arasında vazgeçilmezliğini korumaktadır.
eser, 850 beyitten oluşur ve failatün, failatün, failün veznindedir. örnek verecek olursak;
osman’ın begligi ve durumu
oldı osman bir ulu gazi kim ol*
nereye kim vardıyise buldı yol*
her yana berbidi bir bölük çeri*
ki el uralar, katl edeler kafiri*
bilecügi feth etdi ol namdar*
inegöl ile dahi köprühisar*
durmadı, her yana leşker saldı ol*
az zamanda çok vilayet aldı ol*
kafiri yıkub yakub ol namdar*
bursa ve iznigi eyledi hisar*
eyle takdir etdi hak azze ve cel*
ki almadan ol ikiyi erdi ecel*
bu eser, türk dil kurumu yayınları arasından nesr olunmustur. piyasadan temini cok zor olan bu eseri, zannediyorum eren kitabevi bulmak mümkündür.
ahmedi’nin bir diğer eseri, cemşid ü hurşid’tir. 5000 beyitlik bir mesnevi olan bu aşk hikayesinin, dinleyenlerin gözlerinden yaşlar süzülmesine neden olduğunu bu fakir, kendi gözleri ile müşahade etmiştir.
ahmedi, tarihü’l-ervah isimli 4000 beyitlik mesnevisinde, ilginç bir şeylerin peşinden koşmuştur. eskiler derler ki, ahmedi pek bir uçkur sevdalısı imiş. işte bu eserinde de sağlıkla ilgili bir mesnevi hazırlıyorum diyerekten, nerede zevk verici madde var hepsine değinmiştir. cima ve cimaya ilişkin meseleler mesnevi de tafsilatlı bir biçimde irdelenmiştir. atsız, bu eser için “hem şairin, hem de süleyman çelebi’nin mizacına uygundur”* der.
bu eserlerinden başka bir divanı, hayretü’l-ukela isimli bir türkçe kasidesi, kaside-i sarsari şerhi ve mirkatü’l-edeb isimli eserleri de mevcuttur. fakat bu garibanın* bu metinlerle herhangi bir isi olmamistir*
asıl adı ibrahim olan divan edebiyatı şairi.
eski anadolu türkçesini başarıyla kullandığı bilinir. bu yüzden de, klasik türk edebiyatının kurulmasında büyük katkıları olduğu söylenir.
"dîvân-i ahmedî" adındaki divanı, divan edebiyatı şairlerinin sahibi oldukları divanlar arasında, en hacimli divanlardan biridir. "iskender-nâme" adındaki eseri, en önemli eserlerinden biridir.
eserlerinde, fuzûlî'nin bazı eserlerinde daha baskın olarak hissedilen, "'allah aşkı'na erişmek, insanı sevmek ile mümkündür" düşüncesi zaman zaman görülebilir.
elüme bir kadeh sunarsa dilşâd
gide başdan humârum ola dil şad
yıkuk gönlün yapılmak ister isen
uralum ‘îşe girü tâze bünyâd
nişe bir dem olalum bî-mey ü ney
bilürken ‘ömr k’olur ney bigi bâd
giceler itmişüz sübbûha tesbîh
sabûha virelüm bir subh-dem dâd
ko evrâdı ki rahmet perdesinde
inildüdür eser iden ne evrâd
irem gülzârını yâd itme k’oldı
cemâlünle cihânu uş cennet-âbâd
ne cân kodı ne’akl u ne dil ü dîn
gözün efsûnı zî câdû-yı üstâd
yüzüni âyinede görmek içün
eridi ‘aşkınun odında pûlâd
gözünden dicle akdı ahmedî’nün
yıkalı gönli bağdâd’ını dilşâd
Asıl ismi abuzeri İbrahim'dir, 14. yüzyılın en büyük divan şairidir,
Hayatının ilk yıllarını ve ilk öğretimini Anadoluda tamamladıktan sonra öğrenim için Mısır'a gitmiştir. Öğrenimini bitirdiğinde, Kütahya'ya (Bugünki Uşak-Sivaslı) geldi. Sivaslı´daki Ahmediler sülalesi onun soyundan gelmektedir. Önce Süleyman Şah'ın (Germiyan beyi), daha sonra ise Timur'un koruması altına girdi. Amasya'da 1414 yılında vefaat etti.
Ahmedî, dönemindeki şairleri büyük ölçüde etkilemiştir. Eserleri dini konular veya temalar içermez. Fars şiir formunu Türkçe'ye uygulamaya çalışmıştır, fakat Farsça mecazlar Türkçe'ye tam olarak aktarılamadığı için şiirlerinde düzenli ve güçlü mısra yapıları bulunmamaktadır.Genellikle yüksek zümreye (padişahlara) hitap etmiştir.
Başlıca Eserleri:
Ahmedi Divanı
Cemşîd ü Hurşid (mesnevi)
İskendername(mesnevi)
Ahmedi Divanı:
6 nüshaya sahip olan Divan, Ahmedi'nin şairlik yeteneğini ortaya koyduğu önemli eserlerindendir.Özellikle la-dini şiirlerde Hoca Dehhani'den etkilenmiş olduğu görülür.Dehhani dışında etkisinde kaldığı şairler Aşık Paşa,Gülşehri,Ahi Evran olarak sıralanabilir. Ahmedi'nin şiirlerinin bir kısmı nazire mecmualarında bulunmaktadır.
Cemşid ü Hurşid:
İranlı şair Salman Saveci'nin aynı adı taşıyan 1700 beyitlik yapıtının genişletişmiş çevirisi olan, Cemşîd ü Hurşîd, ünlü 14. yüzyıl divan şairi Ahmedî'nin belki de en çok tanınan eseridir.Ahmedî'nin bu ünlü mesnevisi beş bin beyitliktir.Mesnevide gündelik hayata dair unsurlara sık rastlanmaktadır. Eserden bir beyit: Didi kim derdümün yokdur keranı- Nice takrir ideyim ben anı.
Ahmedî'nin bir de divanı olup, değeri İskender-nâme’sine nisbetle daha yüksektir; sekiz bin beyitten fazla olan bu divanda şiirin muhtelif şekillerini havi manzumeler görülür; yine Ahmedî'nin beş bin beyitli Cemşid ü Hurşid isimli manzumesi, Çin hükümdarının oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki âşikane macerayı tasvir etmektedir; gerek bu eserini ve gerek Tervîhü’l-Ervâh adındaki tıbba dair manzum ve mufassal telifini Emîr Süleyman Çelebi'nin emriyle kaleme almıştır.
İskendernâme, ünlü Türk Divan edebiyatı şairi Ahmedî tarafından kaleme alınmış bir mesnevidir.Klasik edebiyatta Ayine-i İskender olarak anılır. 1390 yılında yazılan mesnevi I. Beyazıt'ın oğlu Emir Süleyman'a sunulmuştur. Adından da anlaşılabileceği gibi eser Büyük İskender'in hayatını konu alır. Fakat, çoğu araştırmacıya göre, eserin amacı ismi geçen kişinin hayatını anlatmaktan çok bu hayatı bir çerçeve-hikâye olarak kullanıp birçok farklı bilim dalına dair çeşitli bilgiler vermektir. Nitekim eserde konu edinilen İskender'in yaşam öyküsü ile İskender'in gerçek yaşam öyküsü arasında büyük farklılıklar bulunur. Nizami'nin 2500 beyitlik İskendernâme'sinin bazı kısımları tercüme edilerek esere dahil edilmiştir. Ahmedî bu mesnevide 3 farklı şahsiyete 3 sembol yüklemiştir; Aristo aklı,İskender ruhu,İskender'in savaştığı Dara nefsi temsil eder.Ahmedî, Sultanın isteği üzerine mesnevisinin sonuna ilk manzum Osmanlı tarihi sayılabilecek 334 beyitlik bir Gazavat-nâme eklemiştir. Çoğu araştırmacı göre şiir açısından çok parlak bir eser olarak kabul edilmeyen İskendernâme´yi önemli kılan ana unsur ihtiva ettiği bilgilerdir. Her ne kadar bir mesnevi olsa ve nazım şeklinde yazılmışsa da eserin içeriğinin büyük bir kısmı geometri, astronomi, tıp, felsefe, siyaset, etik, teoloji gibi bilimlere dair bilgiler içerir. Bu da eseri Bilim Tarihi ve Felsefe Tarihi açısından önemli kılar. Eserin bu özelliği birçok bilimadamı ve şairin eseri edebi bir eserden ziyade bilimsel bir eser olarak görmesine sebep olmuştur. Eseri bu şekilde yorumlayanlar arasında Latîfî ve E. J. Wilkinson Gibb gibi isimler vardır.